Rakamlarımız küçük belki…Ama insanlığımız hala büyük…
Yayınlanma Tarihi : 06.11.2018 03:06
Bu haber 86 defa okundu
Yıllarca aradım kendi kendimi, hiçbir türlü bulamadım ben beni… Hayal mıyım, ürüya mı bilinmez, hiçbir türlü bulamadım ben beni… İnsan mıyım, mahluk muyum, ot muyum? Ekilir biçilir bir nebat mıyım? Yoksa görünüşte bir sıfat mıyım? Hiçbir türlü bulamadım ben beni… Leyla mıyım, Mecnun muyum, çöl müyüm? Arı mıyım, çiçek miyim, bal mıyım? Köle miyim, bir güzele kul muyum? Hiçbir türlü bulamadım ben beni…
Varlığım, yokluğum bir Veysel adım… Gök kubbede kalacaktır ses kadim… Elli üç yıl kendi kendim aradım…
Hiçbir türlü bulamadım ben beni…
–
Ne güzel söylemiş Aşık Veysel…
Ne de güzel anlatmış hayatının mısralarını…
Onu okurken, başka replikler geldi aklıma…
Osmanlı Ermenisi Tomas Fasulyeciyan geldi…
‘Sahne’ ve ‘Perde’ başlığında söyledikleri geldi…
–
“Zaten aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır, yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır. Bir zaman sonra da unutulur gider. Olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olur kalırız.
Görooorum, hepiniz gardoroba koşmaya hazırlanıorsunuz. Birazdan teatro bomboş kalacak. Ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar. Çünkü Satenik’in bir şarkısı şu perdelere takılı kalmıştır. Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir. Hıranuşla Virginia’nın bir dialogu eski kostümlerden birinin yırtığına sığınmıştır. İşte bu hatıralar o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde sahneye dökülürler.
Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz fısıldaşır dururlar sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır… PERDE !”
–
Sizi bilmem ama… Yorgun hikayelerimize ve kaçışan repliklerimize bakıp da, eldeki ürkekliğimizi ve bilinmezliğimizi netleştiren rakamları unutmak olmaz… Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (TÜRK-İŞ) 2018 Ekim ayı “açlık ve yoksulluk sınırı” verilerini es geçmek olmaz… Hele ki o rakamlar, Eylül’de dört kişilik bir ailenin açlık sınırını 1.919 TL’ye, yoksulluk sınırı ise 6.252 TL’ye yükseltirken… Ve bizler 1600 TL’de koca koca mucizeler gerçekleştirirken…
Geçen gün, ‘yoksulluk utandırmalı mı?’ dedi bir tanesi…
Onun deyişi, bana çok başka bir hikaye hatırlattı…
Değerinden hiç kaybetmeyen insanlığımızı…
Naim Ünver’in paylaştıklarını…
–
Üzmüşler çocuğu, diğer çocuklar… “Senin baban çöpçü, sen de pis kokuyorsun” demişler… Vicdan duygusu tam gelişmemiştir okul öncesi çocuklarında ! Zaman zaman böyle acımasız olabilirler… Sonuçta hepsi çocuk işte… Kırmışlar yavrucağın kalbini… Çocukların güzel yanıdır gönülleri… Kırılsa da çok, hemen toparlanmaya meyillidir… Yetişkinlere benzemez, kin gütmezler…
Konuştum babayla… Çok üzüldü, çocuğunun üzülmesine… Dağ gibi adam, gözyaşlarını ilk kez ayırdı gözlerinden belki de… “Üzülmek yetmez dedim, bir planım var… Dahil olur musun?” dedim… Kabul etti seve seve…
“Pis ülke” oyunu oynattım çocuklara bir gün… Türetilmiş (uydurma) bir oyun… Ne bulduysak attık yerlere… Bu arada, “kötü koku spreyi” sıktık sınıfa, çocuklar görmeden tabi… Sınıf dayanılmaz bir kokuya karıştı… Dedim “niye böyle oldu?” Dediler, “Öğretmenim, çöplerden, pislikten…” Ben de, “Durun” dedim, “Bakın kapıya ! Biri gelecek, kurtaracak bizi bu pislikten, kokudan…” Büyüleniyor sanki… Bak bak bitiremiyorlar… 1.90 boy… Heybetli mi heybetli çöpçümüz…
Başlıyor hemen temizliğe… Ben de pencereleri açıyorum hemen… Temiz hava nüfuz edince, etkisini kaybediyor kötü koku spreyi… Yardımcı öğretmenimiz de ‘yasemin’ kokulu oda spreyini sıkıyor birkaç fıs… Çocukların gözü bizi görmüyor zaten… Ama içlerine doluyor mis gibi çiçek kokusu…
Sonra yarım ay düzeninde oturuyoruz çöpçünün karşısına… Konuşuyor prova ettiğimiz gibi… “Çöpçüyüm ben” diyor… “Siz sabahları uyurken daha, ya da gece yarısı, mahallenizin çöplerini topluyorum… Arkadaşlarım da var… Onlar da topluyor… Çöpler toplanmasa sokaklardan, her yer bugün sınıfınızın koktuğu gibi kokar… Çöpçülük zordur çocuklar… Çok zor iştir…”
Anlatıyor uzatmadan; kısa, öz, keskin… Anlattıkça daha da büyüyor adam… Nasıl dinliyorlar anlatamam… Gözlerini hiç ayırmadan… Hele oğlu… Gurur duyuyor babasıyla ve her sözünde hayran oluyor ona… O bakışa ömür verilir inanın bana… Sonra fotoğraf çektiriyoruz hepimiz kahramanımızla… Alkışlarla ve aşkla uğurluyoruz çöpçümüzü… Bir baba, bir oğul… Tedavi edilmiş iki yürek… İşimiz bu… Yüreğe dokunmak… Hanımlar, beyler ! Bir çocuğun alın teriyle para kazanan babasının mesleğinden utanmasına dayanamam… Dayanırsam, öğretmen olamam…
–
Anlayacağınız, rakamlarla küçültülenleriz belki…
Ama rakamlarla küçülemeyecek kalplerimiz var…
Hele ki o kalpleri ayakta tutan emekçi ruhlarımız…
Bunu bilin ve DİK yürüyün…
Etiket :
YORUMLARI GÖR