Eylül 1955…
Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin bombalandığının iddia edildiği asılsız haberlerden sadece bir gün sonra, İstanbul’da Rum azınlık başta olmak üzere, gayrimüslimlere ait dükkânlar yağmalandı, evler ve kiliseler tahrip edildi…
6-7 Eylül olayları konusunda araştırma yürüten Serdar Korucu demiş ki…
–Bu bir pogromdu. İçinde ölümün, çok sayıda cinsel istismarın, tacizin bulunduğu, kiliselerin ve mezarlıkların yağmalandığı bir pogromdu. Bugüne ne kaldı? İşte biz bunu konuşmadığımız için, bunu tam anlamadığımız için, aslında 6-7 Eylül ruhu devam ediyor ne yazık ki!–
Türkiye’de Rumca yayımlanan Apoyevmatini Gazetesinin sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis’e göre, şu an İstanbul’da yaklaşık 600 Rum aile kalmış…
Yapılanlara ve şu son rakama baktığımızda, İSTENEN ALINMIŞ desek, yanlış olur mu ?
İstenen !
Garip bir kelime !Korkutucu da !
Olanı yalnızlaştıran bir karanlığı var ! Gideni ruhsuz bırakan bir başka yanı da ! 6-7 Eylül’ün gerisinde kalanların hali de biraz bu mu ? Gidenler ve geride kalanlar adına eldeki son hikaye bu mu ?
Peki, mutlu muyuz ?
Sahi ne düşünüyoruz ?
Soruyorum, çünkü 1915 gibi gömdüğümüz bir tarih, 6-7 Eylül !
Hakkında konuşmuyoruz…Üzerine tek kelime bile etmiyoruz…Tartışmayı bir kenara bırakın, anmıyoruz…Ne yakıp yıkılan anıları, ne göç edeni, bizden gideni…
6-7 Eylül olaylarında, öncelikli olarak Rum toplumu hedef alınsa da, Türkiyeli Yahudi ve Ermenilerin dükkânları da yağmalandı… Tam da bu noktada, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yetvart Danzikyan’ın söylediği noktadayım, ki bugün biraz da buna dair yazıyorum…
Zira değişmiyoruz !
YOKMUŞ gibi davranıyoruz !
OLMAMIŞ gibi yaşıyoruz !
Öylesine…
Buna dair demiş ki, Danzikyan…
–Bir daha olmaması için, bunun, hükümet ve ana muhalefet dâhil tüm siyasi aktörler tarafından, herkes tarafından ciddi biçimde kınanması ve her yıl yapılan anmalara katılmaları gerekir. Çok fazla nüfus kalmadığı için anma da yapılamıyor, Küçük küçük toplantılar yapılıyor. Ama bu yoksa bile, bir bildiriyle bunun resmi çevreler tarafından kınanması gerekir. Bu da yapılmıyor!–
Bunu sormak istiyorum aslında…Kadim toprakların Vekillerine…
Hüseyin Yayman’a… Mehmet Güzelmansur’a… Abdulkadir Özel’e… Barış Atay’a… Hüseyin Şanverdi’ye… Serkan Topal’a… Suzan Şahin’e… Sabahat Özgürsoy Çelik’e… İsmet Tokdemir’e… Lütfi Kaşıkçı’ya… Hacı Bayram Türkoğlu’na…
Sahi, bu iki güne dair tek bir kelimeniz bile yok muydu ?
Sanırım, Şule Gürbüz’ün “Zamanın Farkında” adlı kitabında dediği gibi…
“Bazı şeyler düşünerek değil, üzülerek öğreniliyor…”