Bugün ben bir TURİST’im…Ve Antakya’yı adımlıyorum…
Yayınlanma Tarihi : 26.01.2018 02:16
Bu haber 89 defa okundu
“Söylenen her söz biraz daha büyüttü suskunluğumu…” demiş ya bir Yazar… O suskunluğumuza dair biraz adımlayalım istiyorum… Ve bu sayfaya ekleyeceğimiz her bir kelimenin adımında, suskunluğumuzu biraz daha büyütelim istiyorum… Kendimizi HER ŞEY YOLUNDA deyişlerimizle aldattığımız hayatlarımızı biraz çekiştirelim hatta ! Boşuna dememiş Peyami Safa, “insanın en kolay aldatabildiği budala kendi kendisidir” diye… Bakarsınız, aldatışlarımıza en azından bugünlük SON veririz ! Yarın mı ? Kaldığımız yerden devam ederiz ! KADER der geçeriz !
O zaman başlayalım mı ?
Hayal kırıklıklarımıza başlayalım…
En çok da, “herkes HATA yapar, ama benimkiler sanat eseri…” diyen kent (!) yöneticilerinin (!) elinde parça parça eksilen bir kent adına başlayalım !
Sylvia Plath, “kimseden bir şey bekleme, böylece asla hayal kırıklığı yaşamazsın…” demiş demesine de, bu kentin DÜN’e dair biriktirdikleri adına BUGÜN’den beklediklerine sırtımızı daha ne kadar döneriz, bilmiyorum !
Yok, bugün değil !
En azından bugün değil !
Evet…
Bugün ben bir turistim !
Bu kente yeni gelen… Yabancı gözlerle etrafına bakan ! Ama baktığı yerde garip de bir hüzün gören… Hani Şair demiş ya… “Yüzün değil, hüzün görünür aynada bazen, ama bir şey yapamazsın… Hüzünlü gönlün hikayesi kısa olur ! ‘Ne oldu’ derler , “hiç” dersin, biter…” Biraz bundan… ‘HİÇ’ deyip de bitirilenden !
İlk durağımız mı ?
Kent merkezindeyim ! Yönümü bulmak için tabelalara bakıyorum ! Belli başlı noktalarda değişse de, durum genel olarak aynı ! Saint Pierre Kilisesi için CHURCH, Habib-i Neccar Camii için MOSQUE ve Hatay Arkeoloji Müzesi için de MUSEUM diyen yön tabelalarının İngilizce fakiri halleri arasından çıkıp birilerine soruyorum !
İlk durağım, ESKİ Antakya evleri… Ulus Meydanı’nın Saray Caddesi’ne giriş kısmından içeriye giriyorum… Anlatılan Antakya’nın fısıldamasını beklediğim görkemli ahşap ve taş evlerinin YORGUN halleri karşılıyor beni… Bedenleri karalanan evler karşılıyor ! Yıkılmaya yüz tutmuş, terkedilmiş evler karşılıyor ! Demir kafesler ardından yanı başından geçenlere bakan evler karşılıyor !
Ve o dar sokakların; ara ara taş, çokça BETON ve ASFALT halleri !
Saint Simon Manastırı ile devam edelim mi ? Samandağ-Aknehir’de, 500 rakımlı bir tepenin zirvesindeki bekleyişini sürdüren 1500 yılık bir tarihten… Gördüklerimiz mi? Manastır’dan geri kalan kısımların sprey boyalı bedenleri ! Gelen misafirleri karşılayan bir yalnızlık ! İNANÇ TURİZMİ anonsunda anlatılan bir kentin bölük pörçük resminden arta kalanlar ! Hatta manastırın hemen arkasında, insan yapısı bir binanın ARTIK BENİ BURADAN KALDIRIN diyen enkazı !
Bulmak zor oldu, ama en sonunda Müze’deyiz !
Dürüstçe, müze binasının MÜZE olduğunu anlamak zor oldu ! Bizleri karşılayan kocaman demirden bir tekerleğin aslında bir değirmen olduğu anlatıldı önce ! Ardından da, yatağına doldurulacak suyu bir taraftan alıp diğer tarafa dökmesi ve bu şekilde DÖNMESİ için tasarlandığı, ama teknik bir öngörüsüzlük nedeniyle hiç çalıştırılmadığı söylendi ! Bizi içeride karşılayan bakımsızlığın zeminden duvara yansıyan kısımları ise şaşırttı ! Hele ki 3 senenin sonunda hala tam olarak açılmamış sergi salonları ! Tek bir şey daha ! Sergilenenlerle sergilenenlere dair bilgi levhalarının bu kadar birbirinden ayrık olduğu bir müze daha görmedim desem ! Açıkçası, karlı ve fırtınalı havada cızırtılı gösteren bir televizyon ekranı gibiydi Müze ziyaretimiz ! Ne anteni düzeltebildik ne de ekranı ! O yüzden izlediklerimizden çok bir şey anlamadık ! İçerideki DÜN adına mı ? Üzüldük !
Eldeki tek günün hikayesinde turist olmak mı ?
Yordu !
Bir Yazar’ın dediği gibiydi o tek bir gün !
“Ben, çocukluğumdan beri ‘ISKALANMIŞ ömürler’ dükkanı açmak isterim. Ne renkli bir yer olurdu kim bilir…” Haklısınız ! Hayatı ISKALAMIŞ bir kent, Antakya ! Belki de DOĞRU insanları bulamamış ! Ne onu yönetecek, ne onu anlayacak !
Belki bir gün !
Etiket :
YORUMLARI GÖR