Birikiyoruz…
Yayınlanma Tarihi : 09.04.2018 00:58
Bu haber 89 defa okundu
“Bana; kendimi yıpranmış, yaşlı ve yorgun hissettiren, aynaya bakınca gördüğüm o mecalsiz insana dönüşmeme sebep olan tüm olayları, tüm o pansuman yapılsa da iyileşmeyecek kırgınlıkları içimde taşıyorum…”
Ama yine de konuşmuyorum…
Konuşmuyorum, biriktiriyorum…
Oysaki Şair ne der, bilir misiniz ?
*
Hazan gelir; yaprak düşer dalından
Güz biter,
Ayaz gelir; kar buz yağar ardından
Köz biter,
Mevsim mevsime döner
Bir baharın ardından,
Sıcaklar da tükenir
Yaz biter,
Sonra bakarsın ki;
Gün geçmiş, ömür bitmiş
Tohum gibi toprağa düşmüş insan
İçinden de nice “eyvah” geçer ama
Söz biter…
*
O yüzden…
Hayat sizdeyken…
Hayat ellerinizdeyken…
Avuçlarınızda sizi beklerken…
Konuşun !
‘Gerçeği’ söyleme basiretine ve cesaretine sahip olun ! Başka bir şeye dönüşmeyin, KENDİNİZDE durun ve o ana SAHİP çıkın ! Uzun zamandır kaçtığınız KENDİ bakışlarınızla göz göze gelirken, ertelediklerinizin kalabalığında artık adım atacak tek bir yer bile kalmadığını fark edin !
Konuşun !
Bunu derken, bir hikâyede durdum geçen… Biraz AĞIR bir hikâye… Okudukça ağırlaşan bir hikâye… Yaşamın bizleri getirdiği hal üzerine bir hikâye… Gazeteciliğin geldiği, getirildiği şeklin ŞEKİLSİZLİĞİNDE duran bir hikâye…
Sonuna ekli yorumu size, paylaşımı bana ait olsun…
*
Karl Marks’ın dostu da olan John Swinton, 1880’lerde New York Times’ta yazıyor. Gazete bir başkası tarafından satın alındıktan sonra düzenlenen toplantıda, davetli gazeteciler “hür basın” onuruna kadeh kaldırmak üzere onu kürsüye çağırıyorlar. Swinton, elindeki kadehiyle kürsüye çıkıyor.
Çıt yok.
Ve cümleler dökülüyor:
“Dünya tarihinin şu anına dek, Amerika’da ‘Özgür, bağımsız basın’ diye bir şey olmamıştır. Bunu siz de biliyorsunuz biz de…” diye başlıyor sözlerine ve şöyle devam ediyor…
“Hiçbiriniz düşündüklerinizi olduğu gibi yazmaya cesaret edemezsiniz. Bunu yapmaya kalktığınızda yazdıklarınızın önceden basılmayacağını bilirsiniz! Çünkü… Çalıştığım gazete bana düşüncelerimi özgürce yazmam için değil, tersine yazmamam için bir ücret ödüyor. İçinizde benzer biçimde benzer ücret alan başkaları da vardır. Düşüncelerini açıkça yazacak kadar salak olan herhangi biri, sokakta başka bir iș arıyor olacaktır. Çalıştığım gazetemin herhangi bir sayısında düşüncelerimi apaçık yazsaydım, 24 saat dolmadan işimden atılırdım. Gazetecilerin işi; gerçeği yok etmek, düpedüz yalan söylemek, saptırmak, kötülemek, servet sahiplerine ve iktidara dalkavukluk etmek, kendi gündelik ekmeği uğruna yurdunu ve soyunu satmaktır. Bunu siz de biliyorsunuz, ben de…
Öyleyse, şimdi burada ‘bağımsız, özgür basının (!) şerefine (!) kadeh kaldırmak saçmalığı da nereden çıktı? Bizler, sahnenin arkasındaki zengin adamların ve emperyalistlerin oyuncakları, kullarıyız. Bizler, ipleri çekilince zıplayan oyuncak kuklalarız… Onlar ipleri çekiyorlar ve biz dans ediyoruz. Yeteneklerimiz, olanaklarımız ve yaşamlarımız, hepsi başkalarının malı… Bizler, entelektüel fahişeleriz…”
John Swinton’a kaçınız katılırsınız bilmiyorum ama, DÜŞÜNÜN !
Geldiğimiz, getirildiğimiz HAL üzerine oturup biraz DÜŞÜNÜN !
Etiket :
YORUMLARI GÖR