Geçen gün bir haber okudum… “İstanbul’daki Kürt oylarının 23 Haziran seçimlerinin sonucunu etkileyeceğinin konuşulduğu bugünlerde, Cumhur İttifakı’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Qdayı Binali Yıldırım Diyarbakır’a ziyaret gerçekleştirdi” diye başlayan… Ardından merak ettim Ankara’nın Diyarbakır gerçeğini
İlk gerçeğimiz, şu sesleniş…
–İstiklal mücadelesini başlatırken, Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ni toplayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün davet ettiği millet temsilcileri arasında KÜRDİSTAN mebusu da, LAZİSTAN mebusu da vardı, Anadolu’nun her tarafından temsilci vardı. Bizi birbirimizden ayırmaya çalışanlara, bizim kardeşliğimizi bozmak isteyenlere asla prim vermeyeceğiz.–
şekli PEKAKA demek yerine, PEKEKE tercihi !
Siyasetin HER YOL MÜBAH formülü sanırım bu…İstanbul, sen nelere kadirsin !!!
*
Fotoğraf değil, asıl hikâye…Asıl olanı biraz daha derinde…
Geçen gün bir fotoğraf karesi paylaşmış biri, çok eskilerden… Bulgaristan’dan zorla göç ettirilen Türklere dair… Uzun, yorucu bir yolculuğun ardından, Edirne Tren Garı’na vardıklarında verilmiş bir poz… İlk bakıldığında, bir göç hikâyesinden çok, başka bir şey dikkatinizi çekiyor…
Onlar, kürk mantolu kadınlar !Peki, niye kürk manto giymişler ?
Sahi, hikaye, bir mağduriyet hikayesi değil miydi ?O zaman o KÜRKLER de neyin nesiydi sahi ?
Soruların ardından gelen bilgi, buna dair…
Hadi okuyalım, ardından bugüne başlayalım…
–Bu fotoğraf, LIFE Dergisi fotoğrafçısı Jack Birns tarafından, 1950 yılında Edirne Tren Garı’nda çekilmiş. Kadınların hepsinin üzerinde kürk olmasının nedeni ise; Bulgaristan’ın göç eden Türklerin yanlarına sadece elbiselerini almalarına izin vermesi.
Ömürlerinde hiçbir zaman kürk giyme fırsatı bulamayacak olan bu kadınlar, ellerindekini satıp parasıyla kürk alıyorlardı ki; Türkiye’ye geçtiklerinde kürkü satarak en azından bir miktar paralarını kurtarmış olabilsinler…
Dünya tarihinin en üzücü sahnelerinden biri de, 1950’li yıllarda, Bulgar Türklerinin maruz kaldığı insanlık dışı muameledir. Bu süreçte, taşınmaz mallarının birçoğunu arkasında bırakan Bulgaristan Türkleri, taşınabilir mülklerini yanlarında götürmek istemiştir. Ancak faşizan bir yönetime sahip Bulgar hükümeti, Türklerin yalnızca kıyafetleri ile gitmesine izin vermiştir. Gidecekleri yurtta kendilerini neyin beklediğini bilmeyen Bulgar Türkleri, hem daha sıcak tutması hem de her yerde satıldığında iyi para etmesi hasebiyle, kürk satın alarak Türkiye’ye gelmişlerdir. Kürklerle zengin bir hanım portresi çizilse de, aslında fotoğrafın ardında bir dram vardır…–
Hikâyenin özü, bakan gözlerle ne kadar gördüğümüz… Baktığımızda neyi gördüğümüz… Asıl olarak da, olanı görüp göremediğimiz… Belki de o KÜRKLER’dir bizlerin baktığı da, gördüğü de… Ötesine geçemiyoruzdur…
Hayatı da böyle mi izliyoruz sahi ?Bakıp da görememe sebebimiz bu mu ?
Bir yerde okumuştum, buna dair…
Şöyle der…
–İnsanlar, kavramlarını kaybettiklerinde, artık onların yokluğunun acısını da duymaz olurlar… Mevcut düzensizliği OLMASI GEREKEN zannederek yaşamaya başlarlar… Bu, yoksullaşmadır… Kant, “Kavramsız algılar kördür” derken, kavramları olmayan insanın bu algılayamayan durumunu anlatır aslında…–
Durum bu mu ?