Bir dönem Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı’nın başkanlığını yürütmüş, ayrıca aktif siyasette bulunmuş bir isim olan araştırmacı arkeolog Jozef Naseh, Suriye savaşının ardından yaşanan sığınmacı göçü ile birlikte kentin toplumsal-kültürel dokusunun büyük ölçüde değiştiğini, siyasi iktidar ile sığınmacılar arasındaki ilişkinin de toplumsal çatışmalara gebe olduğunu söylüyor.
Hatay Halk Meclisleri / Savaş Karşı Yaşam Hakkı Meclisi’nin yayımladığı “Türkiyeli cihadizm tehdidi kapıda” başlıklı raporda, “kardeşliğin kenti” diye bilinen Hatay’ın sığınmacı göçü ve aynı süreçte iktidarın tırmanışa geçen İslamcı yönelimi ile birlikte nasıl bir dönüşüm yaşadığı ortaya konuyor.
Bu rapor,
“Suriye savaşının ve Türkiye’nin Suriye politikasının Hatay üzerindeki etkileri” başlıklı rapor çalışmalarının üçüncüsü.
Raporda kentte 1970’lerden bu yana yaşanan siyasal toplumsal dönüşümleri yakından gözlemiş, bir dönem Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı’nın başkanlığını yürütmüş, ayrıca farklı siyasal partilerde kurucu rol oynamış bir isim olan araştırmacı arkeolog Jozef Naseh ile yapılan bir görüşmeye de yer veriliyor.
Naseh’in kentteki Musevi ve Hristiyan topluluk üzerine söyledikleri ise çarpıcı. Museviler tükenme noktasına gelmiş. Hristiyanlar ise kentte güçlü bağlara sahip ancak tehdit altında.
SIĞINMACI-HÜKÜMET İLİŞKİSİ SİYASAL ÇATIŞMALARA GEBE
Jozef Naseh,
gözle görülür bir kültürel değişim ve aşınma yaşandığını, Suriye savaşı nedeniyle oluşan göç dalgasının yalnızca insani değil siyasal bir nitelik taşıdığını belirttikten sonra kent halkının sığınmacılarla paylaştığı ekonomik pastanın bir süre sonra yetmez hale geleceği ve asıl tehlikenin de bu noktadan sonra yaşanacağına dikkat çekiyor.
Kentte sayıları 400 bine ulaşan Suriyeli sığınmacılarla ilgili:
“Göç edenleri tabii ki barındırmak zorundayız. Şu anda göç etmiş, yapacak bir şey yok. Onları, tümünü birden geri gönderme olanağı yok” diyen Naseh, 5 yıldır devam eden bu göç dalgasının önemli bir özelliğiyle önceki göç süreçlerinden ayrıştığına dikkat çekiyor: “Daha önce gelenler özgürlükler ve daha iyi bir yaşam için geliyorlardı ve kültürel özellikleriyle öne çıkıyorlardı. 5 yıldır ise oradaki siyasal rejime karşıt olan büyük bir kitlenin buraya göç ettiğini düşünüyoruz.”Dedi.
Sığınmacıların eğitim, sağlık, geçim gibi birçok sorunu olduğundan ve devletin bunu çözümlemeye çalıştığından söz eden Naseh, bu çabanın hem yetersiz hem de siyasal sorunlar yaratmaya gebe olduğunu belirtiyor:
“Bunun tek taraflı hükümet tarafından yapılması ileride bunun farklı siyasal alanlara dönüşmesine neden olabilir. Örneğin bugün AKP var. Siyasal mekanizma bu olayların önünü açıyor, bunlara kolaylık sağlıyor. Rejim değişti, veya iktidar farklılaştı veya ortaklaştı. O zaman bunlara gösterilen özveri, müsamaha ileride kırılabilir. Kırılınca bu insanlar göç ettikleri bu topraklarda kendilerini ötekileştirilmiş ve yabancılaştırılmış olarak hissedecek. Bu sefer siyasal bir çatışma çıkması olası.”Dedi.
Türkiye doğumlu Suriye kökenli “ötekiler” geliyor
Kentte sığınmacıların yaşadığı Narlıca, Odabaşı gibi mahallelerde 2016’nın ilk aylardında yaşanan bir dizi çatışmanın hatırlatılması karşısında Naseh, asıl tehlikenin ekonomik yapının bozulmasıyla geleceğini belirtiyor:
“Çatışmalar mevcutta da var ancak bu göçün altındaki ekonomik yapı henüz değişime uğramadı. Hatay’da belli bir ekonomik denge vardı. Bu ekonomik dengenin yüzde 60-70’i tarıma dayalıydı. Üretimden kaynaklanan bir ekonomiydi.
Şimdi bu üretim riske atıldı. Neden? Bu sefer bizim dış siyasal olaylardaki sorunlardan dolayı, bu üretilen tarım ve tarıma bağlı sanayi ürünlerini satma sınırları daraldığı için mevcut tarıma dayalı ekonomi yavaşladı. Yavaşlayınca fakirleşti. Veyahut da yoksullaşmadı desek bile aynı döngü çerçevesi içinde dönmeye başladı. Bir artı getirmez oldu. Buradaki vatandaş yoksullaşmaya başladı.
Göç kadrosu dediğimiz kadronun içinde eğitilmiş kişiler de var, zanaatçılar da var. Tarıma dayalı iş yapanlar var. Onlar bu potansiyeli kendi iş güçleriyle, daha az bir üretim maliyetiyle sağlıyorlar. Dolayısıyla ekonomik perde dönüşüme uğrayacak. Olasılık 3 yıl, 5 yıl, bilmiyorum. Zaten 5 yıl oldu. 5 yıl sonra burada doğan çocuk 10 yaşında olacak. Liseye gidecek. Buradaki eğitimle, kültürle beslenen çocuk, buranın yurttaşı gibi yaşayacak. Ama yaşarken karşılaşacağı sorunlarla bir ötekileştirme açığa çıkacak. Bu sorun gelecekte Antakya’nın yapısını değiştirecek. Hatta Esad rejiminin uzun süreli kalma ihtimali varsa, veyahut da bu rejim kendine yeni bir siyasal sınır çizip orada kalırsa bu sefer karşılıklı atışmalar olacak. Ve ekonomik baltalamalar olacak. Bunun Hatay’a yansıması Türkiye’ye yansıması demektir.”Dedi.
Oturduğumuz sofradaki yemek gün gelir yetmezse…
Kültürel açıdan Suriyelilerle Hatay halkının adaptasyon noktasında ciddi bir sorun yaşamadığını belirten Naseh:
“Buraya gelenlerin çoğu dil bakımından çok zorluk çekmediler. Çünkü Arapça biliyorlar. Bu Arapça bilenlerin içinde Türkmenler de var. Türkçe konuşan Araplar da var. Onlar burada kolaylıkla adapte olabildiler. Kültürel yapı çok yabancı değil onlara. Lisan da buna yardımcı oldu. Ama bütün bunların hepsi ikinci aşamada siyasal bir sorun yaşayabilirler.
“Buradaki yurttaşları bugün dizginleyen şey gelen göçmenlerle ekonomik pastayı paylaşmaya razı oluşlarından kaynaklanıyor. Yani sofraya geldiler, oturdular, hoş geldiler. Bu oturduğumuz sofrada hepimize yetecek kadar yemek var. Ama ileride bu yemek yetmediği zaman, sofrada bir iki kişi dışarı atılacak. Atılma sürecinde siyasal bir problem çıkabilir. Çıkabilir diyorum, çıkar demiyorum.”Dedi.
LAİKLİĞİ ÖTELEYEN BİR DİNAMİK
Naseh, muhafazakar Suriyelilerin yerleştiği mahallelerde belirgin bir dönüşüm yaşandığını, bunun bir süre sonra bir kültürel değişim unsuru olmanın ötesine geçerek bir siyasal baskı unsuruna dönüşeceğini belirtiyor:
“Bağrıyanık Mahallesi mesela; Kurtuluş Caddesi veya üst tarafları veya alt tarafları. Orada gözlenebilir bir sosyal ve kültürel değişim var. Mesela 10 sene önce yalnızca gözleri görünen peçeli bir kadını gördüğümüzde gösterdiğimiz tepkiyi artık göstermiyoruz. Diyoruz ki bunlar kendi kültürleriyle gelmiş buraya o kültürleriyle yaşıyorlar. Ama bu kültürün bizim topluma siyasal bir baskıya dönüşerek girmesi bir sorun olacak.
“Buradaki çekeceğimiz sıkıntı, Cumhuriyet’in kuruluş temel değerleri olan laik, insancıl değerlerin aşınması ve bu topluluğun dıştan görünen yardımla gittikçe daha muhafazakar, laikliği öteleyen bir anlayışa sahip olması olacak.”Dedi.
HATAY’DA YAHUDİ KALMADI
Kentte 23 asırlık bir geçmişi olan Yahudi popülasyonu artık kendin sürdüremeyecek bir noktaya gelmiş.
“O kapandı artık. Onlar artık kültürel kimlik ifadesi yapsalar bile herhangi bir neden-sonuç ilişkisine de giremezler. Havra açılıyor ama 10 kişiyi bulmakta sıkıntı çekiyorlar. Toplam 16 kişiler zaten. Bunun için kendi ibadet kurallarını gerçekleştirebilmek için kendi yüksek tüzüklerinde birtakım şartlar var. Bunları yerine getiremiyorlar. Bunları yerine getiremeyen bir topluluk dağılma sürecine girmiş demektir.”
HRİSTİYANLAR:
BİZ BU TOPRAKLARIN TOHUMUYUZ
Mart ayının sonunda başlayan Paskalya dönemi, 2016’da Pakistan’da cihatçı bir örgüt tarafından gerçekleştirilen saldırılar nedeniyle tüm dünyada olduğu gibi Antakya’da da ek bir tedirginlik kaynağı oldu. Kiliselerin çevresinde ve içinde gözle görülür polisiye önlemler alınırken, ziyaretler kısıtlandı. Geleneksel olarak siyasi gerilimlerden uzak durmayı tercih eden Hristiyan cemaati, yüksek sesle bir itiraz dile getirmese de güvenlik önlemlerinin biçimi sessiz bir hoşnutsuzluğa yol açtı.
Naseh, anlatıyor:
“Buradaki kadim Hristiyan toplumun mevcut siyasal düzenle veya siyasal sınırlarla ilgili herhangi bir sorunu olmamış. Bugün Türkiye Cumhuriyeti var. Geçmişte Hatay devleti vardı. Daha evvel Suriye devleti vardı… Hiçbiriyle siyasal anlamda bir sorunu olmamış. Olmamasının nedeni, toprağa bağlı inanç kültürünün burada filizlenmiş olmasıdır. O ne demek, yani bu topraklarda bu düşünce yeşerdi. Biz bu toprakların tohumuyuz. Biz başka yere gitsek bile, ekilsek bile orada verimli olmayız. Bizim toprağımız bu. Yönetici kim olursa olsun. Bizim özgürlük alanımız, inanç özgürlüğü alanımız bu toprakların kendisine bağlı, yöneticisine değil.”Dedi.
Toprağa yönelik devletten değil de bir başka yerden tehdit gelirse ne olur, diye soruyoruz.
“Devletin görevi onu savunmak. Bizim değil ki. Biz bir ordu değiliz. Savaşçı değiliz, güvenlik görevlisi de değiliz. Biz bu topraklarda özgürce yaşamak isteyen, bu toprağın tohumu olarak ilelebet devam etmek isteyen bir topluluğuz. Varsa başımızda bir devlet, bir siyasal güç, erk varsa, onun görevi bu topraklarda özgürce ekilebilmemiz. Bu beklentimiz, sorumlulkların bilinci dahilinde kendisinden istiyoruz.”Dedi.
Hristiyanlar korunuyor mu, tedirgin mi ediliyor?
Güvenlik önlemi olarak kilise içlerine polis ekipleri ve x-ray cihazları yerleştirilmesini soruyoruz.
“Bu değil, bu korku salıyor. İnançlıya korku salıyor. Özgürce ibadet edeceği alana girmiyor. Ben çok yadırgadım bu işi. Kullanılan yöntem kilisenin avlusunda bir güvenlik süzgecinden geçilmemiz. Ben aynı kümenin içindeyim. Yıllardır birlikte yaşadığım insanla güvenlikli olarak içeri giriyorum. Demek ki içimizden biri, bu güvenlik çemberini kırmak isteyen birileri var düşüncesi çıktı karşıma. Acaba kim, bu toplumun içinde bunu yapar? Ben oraya inançlı kardeşimden kuşku duyarak girmemeliyim, o da benden kuşku duyarak girmemeli.”
“Biz yıllardır iç içe yaşadığımız insanlarla herhangi bir çatışma sorunu yaşamadık. Bundan sonra da yaşayacağımızı zannetmiyorum. Hristiyan-Müslüman, Alevi-Sünni evlilikler oluyor. Demek ki bizim birlikteliğimizde, kültürel geçişlerimizde bir sorun yok. Bunu bir sorun olarak görenler burada eylem yapmak isteyenlerdir.”Dedi.
sendika org